Bir gün önceden buluşma kararı almıştık. O zaman bilmediğim fakat şimdi anladığım nedenle çok değer vermiştim ‘o gün’e.
Sabah uyandığımda uyku mahmurluğumdan kaynaklanan huysuzluğum, yüzümdeki gülümsemenin de belirtisi olduğu gibi, yoktu. Hemen kalkıp haftasonları hariç her sabah yaptığım gibi kendime bir kahve hazırladım ve bilgisayarın başına geçtim. Üzerimdeki uykuyu en iyi bu şekilde atıyordum yada en kolayı buydu. Hatta bu keyfim yüzünden birkaç sabah işe geç kalmıştım ama kimin umrundaydı. On dakika kadar oyalandıktan sonra, duş aldım, hazırlandım ve kendimi bir Eylül sabahının kollarına bıraktım. Yazdan kalma bir hava, kısa kollu gömlek ve ısıtan güneş…
Her sabah olduğu gibi köprü trafiğinin verdiği strese bağlı yorgunlukla ofise geldim. Fakat, bu sefer istemdışı bir hareketle herkesi gülerek selamladım, akıllarında soru işareti bırakarak.
Masama geçtiğimde onunla tanıştıktan sonraki her sabahtan farklı olarak, o sabah internette yoktu. Bunu henüz uyanmamış olmasının üstüne attım. Aslına bakarsanız, yine şimdi farkettiğim gibi; hani ‘birşeyi beklersen zaman çabuk geçmez’ derler ya, bu düşünce o gün işe yaramamış zaman çok çabuk geçmiş öğlen olmuştu. Bir gün önce beraber karşıya geçme fikri dışında hala o gün buluşmamız hakkında konuşmamıştık.
Daha sonra asansörle bir alt kata inerken üzerimdeki kıyafetler ilginç bir şekilde dikkatimi çekti. Hiç beğenmediğimi fark ettim. Hayır hayır iğrençti üzerimdekiler bana yakışmıyordu, o gün böyle olamazdı, yada nedensiz bir paranoyaydı bu. Hızlıca düşündüm ve eve gidip kıyafetlerimi değiştirmeye karar verdim. Hatta ilk önce yeni bir gömlek almalıydım. Öğle tatilinde yeni bir gömlek alıp hemen müdürün yanına gittim, öğleden sonrası için izin aldım ve tekrar anadolu yakasına geçtim. Eve girdim hemen üstümü değiştirip bilgisayarın başına oturdum. O’ da ben yoldayken uyanmış ve benden haber beklemişti. O’na hala Beşiktaş’ta ofiste olduğumu söyledim ve bir önceki gün konuştuğumuz gibi Beşiktaş’tan vapurla birlikte karşıya geçmenin iyi bir fikir olduğunda karar kıldık. Zaman kaybetmemem gerektiği için hemen yola koyuldum. Beni şimdi bile gülümseten yol boyunca onunla mesajlaşmamızın verdiği his olmalı. Tekrar Beşiktaş’a geldiğimde neyseki henüz gelmemişti. İşte tam onu o meydanda beklerken zamanın geçmediğini farkettim. Bu bir kavram değişimiydi.
Tam O artık gelmek üzereydi ki :
kararsız kaldım
vazgeçtim
görüşmek istemedim
onunla
veya herneyse
sadece gittim.
Sabah uyandığımda uyku mahmurluğumdan kaynaklanan huysuzluğum, yüzümdeki gülümsemenin de belirtisi olduğu gibi, yoktu. Hemen kalkıp haftasonları hariç her sabah yaptığım gibi kendime bir kahve hazırladım ve bilgisayarın başına geçtim. Üzerimdeki uykuyu en iyi bu şekilde atıyordum yada en kolayı buydu. Hatta bu keyfim yüzünden birkaç sabah işe geç kalmıştım ama kimin umrundaydı. On dakika kadar oyalandıktan sonra, duş aldım, hazırlandım ve kendimi bir Eylül sabahının kollarına bıraktım. Yazdan kalma bir hava, kısa kollu gömlek ve ısıtan güneş…
Her sabah olduğu gibi köprü trafiğinin verdiği strese bağlı yorgunlukla ofise geldim. Fakat, bu sefer istemdışı bir hareketle herkesi gülerek selamladım, akıllarında soru işareti bırakarak.
Masama geçtiğimde onunla tanıştıktan sonraki her sabahtan farklı olarak, o sabah internette yoktu. Bunu henüz uyanmamış olmasının üstüne attım. Aslına bakarsanız, yine şimdi farkettiğim gibi; hani ‘birşeyi beklersen zaman çabuk geçmez’ derler ya, bu düşünce o gün işe yaramamış zaman çok çabuk geçmiş öğlen olmuştu. Bir gün önce beraber karşıya geçme fikri dışında hala o gün buluşmamız hakkında konuşmamıştık.
Daha sonra asansörle bir alt kata inerken üzerimdeki kıyafetler ilginç bir şekilde dikkatimi çekti. Hiç beğenmediğimi fark ettim. Hayır hayır iğrençti üzerimdekiler bana yakışmıyordu, o gün böyle olamazdı, yada nedensiz bir paranoyaydı bu. Hızlıca düşündüm ve eve gidip kıyafetlerimi değiştirmeye karar verdim. Hatta ilk önce yeni bir gömlek almalıydım. Öğle tatilinde yeni bir gömlek alıp hemen müdürün yanına gittim, öğleden sonrası için izin aldım ve tekrar anadolu yakasına geçtim. Eve girdim hemen üstümü değiştirip bilgisayarın başına oturdum. O’ da ben yoldayken uyanmış ve benden haber beklemişti. O’na hala Beşiktaş’ta ofiste olduğumu söyledim ve bir önceki gün konuştuğumuz gibi Beşiktaş’tan vapurla birlikte karşıya geçmenin iyi bir fikir olduğunda karar kıldık. Zaman kaybetmemem gerektiği için hemen yola koyuldum. Beni şimdi bile gülümseten yol boyunca onunla mesajlaşmamızın verdiği his olmalı. Tekrar Beşiktaş’a geldiğimde neyseki henüz gelmemişti. İşte tam onu o meydanda beklerken zamanın geçmediğini farkettim. Bu bir kavram değişimiydi.
Tam O artık gelmek üzereydi ki :
kararsız kaldım
vazgeçtim
görüşmek istemedim
onunla
veya herneyse
sadece gittim.
6 yorum:
ben de inanmak istememiştim zamanında ama, görüşünce büyü bozuluyor bilior musun..
kesinlikle.
sen hangi arturosun:)
arturo bandini olmanı istedim de ondan soruyorum:)
evet gerçekten Bandini'yim
Arturo Bandini
(:
söylememe gerek war mı o zaman; ben de Camilla Lopez'im:)
çıkart çarıklarını o halde ayağından.
Yorum Gönder