Bu konuda yazmamak için kendimi ne kadar engellediysem de son günlerde yaşadığım olaylarla birlikte kelimeler parmaklarımdan akmaya başladı. Ailelerinden kalan cahillik mirasını sürdüren insanlar, bu cahillere şekil verenler, yönetilmek için doğanlar, gelişmeden ölecekler, başkalarının hayatına karışanlar, geri kafalılar, yarım akıllılar, tam akıllı gericiler ve diğerlerinden her hücreme kadar bıkmış durumdayım.
Belki de bu yazı blogdaki diğer yazılarımdan bu konuyla ilgili tamamen duyarsız olduğum izlenimi vermemek için kullandığım bir çıkış yoludur, belki de değildir.
Toplum yapısındaki bu bozukluk yavaş yavaş iliklerime kadar işleyerek beni saf dışı bırakmaya çalışıyor. Rahat hareket etmekte güçlük çekmemle beraber, özgürlüğü salt düşünceler tarafından kısıtlanmış bir bireyin acılarını yaşıyorum. Teker teker elimden alınan özgürlüklerim, koruyamadığım haklarım yığın yığın birikmekte.
Bazı günler isyanın sesini duyar gibi oluyorum fakat kulağımı tırmalayan bu cılız çığlıklar sadece dikkatimi o yöne vermemi sağlıyor. Bir şeyler yapmalıyız ama ne? Son günlerde bu soruyu duyuyorum etrafta. Otobüste, metroda, vapurda veya herhangi bir yerde sesler giderek yükseliyor. Biryandan da gelişmemişlik oranındaki sabitliğin azalması bekleniyor. Kız arkadaşıma yiyecek gözüyle bakan insanlar, küpelerime ve giyinişimi eleştirenlerin azalması bekleniyor. Yine de ölümler, aciz yaşamlar, saldırılar beklemiyor bizi, artıyor.
Her gün dışarı çıkarak “Rus ruleti” oynuyoruz İstanbul’da.
Daha da acısı;
Müttefikte belli değil ittifakta.
Belki de bu yazı blogdaki diğer yazılarımdan bu konuyla ilgili tamamen duyarsız olduğum izlenimi vermemek için kullandığım bir çıkış yoludur, belki de değildir.
Toplum yapısındaki bu bozukluk yavaş yavaş iliklerime kadar işleyerek beni saf dışı bırakmaya çalışıyor. Rahat hareket etmekte güçlük çekmemle beraber, özgürlüğü salt düşünceler tarafından kısıtlanmış bir bireyin acılarını yaşıyorum. Teker teker elimden alınan özgürlüklerim, koruyamadığım haklarım yığın yığın birikmekte.
Bazı günler isyanın sesini duyar gibi oluyorum fakat kulağımı tırmalayan bu cılız çığlıklar sadece dikkatimi o yöne vermemi sağlıyor. Bir şeyler yapmalıyız ama ne? Son günlerde bu soruyu duyuyorum etrafta. Otobüste, metroda, vapurda veya herhangi bir yerde sesler giderek yükseliyor. Biryandan da gelişmemişlik oranındaki sabitliğin azalması bekleniyor. Kız arkadaşıma yiyecek gözüyle bakan insanlar, küpelerime ve giyinişimi eleştirenlerin azalması bekleniyor. Yine de ölümler, aciz yaşamlar, saldırılar beklemiyor bizi, artıyor.
Her gün dışarı çıkarak “Rus ruleti” oynuyoruz İstanbul’da.
Daha da acısı;
Müttefikte belli değil ittifakta.
2 yorum:
ayni dusunceleri istanbul'a geldigim zaman ben de paylasiyorum. Komik olan ise insanlara derdimi anlatmaya calisinca bana "sen de takma olsun bitsin" diyorlar. Her gun gozunun icine giriyor bu insanlar, ozgurlugunu taciZ ediyor, nasil takmazsin ki? Ben abartiyorum diye dusunmustum en son, yazini gormek en azindan yalniz olmadigimi hatirlatti.
sık sık soruyorum istanbuldaki arkadaşlarım ağzımı açık bırakan olayları anlattığında; "biz aynı ülkenin çocukları mıyız?" diye. istanbul nasıl böyle başka..
Yorum Gönder