Önsöz

Fotoğrafım
Köprünün üzerinde omzumda uyurken, seni izliyordum, boğazı aldatırken.

5.14.2010

Mayıs

Gün boyunca altı-yedi cümle kurduk. Altı-yedi basit cümle… Meşgulüz biz. Hayatın meşguliyeti arasında dolanıp duruyoruz. Görüşemiyoruz bazen ve tam o anlarda senin sesine muhtaçken erteleniyoruz. Sonu olmayan zaman diliminde hesaplanmayacak kadar önemsiz dakikalar fazla geliyor. Birazda pahalıya mal oluyor bize dakikalar. Düşüncelerle saat, uykusuzlukça saniyeler olarak geri dönüyor.

Günün birinde bir adam geliyor. Merdivenleri çıkıp odanın evin içine giriyor. Odanın içi loş ışıkta boğulmuş sadece fotoğrafların yansıttığı küçük bir aydınlık var. Duvarlar fotoğraf olmuş, fotoğraflar duvar kâğıdı. Adam odanın içini dolaşıp eşyaları inceliyor teker teker. Özenle dizilmiş eşyaları, sandalyeleri, masayı, yatağı… Az önce odadan çıkılmış belli içeride ağır tütsü kokusuyla birleşmiş, insanı bir anda sarhoş eden mutluluk var. Bu öyle bir koku ki, her hissedenin yüzünde ister istemez bir tebessüm oluşturuyor. O evin içindeki hayata dahil oluyor bu kokuyu koklayanlar, kendilerinden geçiyor. 


Adam odayı inceledikten sonra odanın dört duvarını kaplamış olan fotoğraflara tek tek bakıyor. Mutlu insanların fotoğraflarıydı bunlar, daha çok mutlu iki insanın. Heyecanlanmaktan ve şaşırmaktan kendini alamadı adam. Bu fotoğraflardan neredeyse o insanların hayat hikâyeleri okunabilirdi. Yaşanmışlıklar, eğlenceler, tebessümler, aşk, sevgi ve diğer, insanın içini dolduran duygular. Adam birkaç dakika sonra daha yakından incelediğinde tek bir mutsuz fotoğraf gördü. Koskoca odanın dört duvarında tek bir mutsuz fotoğraf. İçten içe sevindi adam gördüğü bu fotoğrafa. İçinden “demek ki her şey mükemmel değilmiş, her mükemmelin içinde az da olsa birkaç kırık bulunuyormuş” dedi. Çünkü kendi hayatı kırıklarla doluydu. Kapıyı açık bulup girdiği bu evde gördükleri onu derinden sarsmıştı. Neydi bu mutluluğun sebebi? Para mı, aşk mı, sevgi mi? Hayatı boyunca anlayamamıştı bu sebepleri. Şu an bu fotoğraflardaki insanların evde olmasını ne kadar da isterdi. Onları canlı görmek, fotoğraflardaki herkesin yaşadığına emin olmak, bunların bir düzmece değil de gerçekten yaşandığına yürekten inanmak isterdi. Kendini düşünmeye başladı daha sonra, kaybolmuş, yolunu bulmuş su gibi ayaklarının altından akıp gitmiş hayatını. Neyse ki bu düşünceleri aklından çıkarıp atması uzun sürmedi. Dedim ya, insan mutsuz olamaz bu evde. Koku var çünkü insanı kendine çeken.

Gitmeden önce, uzun süre göremeyeceğin bir insanla vedalaşır gibi odaya son bir kez baktı ve kapıyı aynı şekilde açık bırakıp evden çıktı. Ne de olsa yakalanmaması gerekiyordu yabancısı olduğu bu evde. Kapıdan dışarı çıktı ama gitmedi. Bir üst kata çıkıp evin kapısını gözetlemeye başladı. Az bir zaman sonra merdivenlerden koşar adımlarla çıkan bir çift solukları kesilmiş bir şekilde içeri girdiler. Adam fotoğraflardaki çifti görünce bir çocuk gibi heyecanlandı ve sevindi. “Gerçekler işte, gerçekler!” İçeriden gelen gülüşme seslerini dinlemek için tekrar kapının önüne geldi. Az sonra bir müzik sesi duydu. Genç delikanlı gitar çalışıyor, genç bayan söylüyordu. Adam şarkıyı dinledi ve şu kısacık zaman içinde yaşadığı yüzlerce duygunun etkisiyle tüyleri diken diken, sakince yürüyerek gitti.

Hiç yorum yok: