Adı Kaan’dı. Yirmibir yaşındaydı ve günahına dönüyordu. Tren yolu köprüsüne doğru çıkan yokuşu tırmanırken, aklına gelen yüzlerce düşünce, yüzlerce anı, dayanılmaz bir çıkmaza sürüklemeye yetiyordu, üşümüş kalbini.
Sekiz saat süren yolculuktan sonra otobüsten indiğinde, bundan iki yıl üç ay öncesi canlandı uykulu gözlerinde. 2005 Ekimi. Sabahın 06.00‘sında inmiş ve garın hemen önündeki kaldırımda güvercinlere yem veren görevliyi izlemişti. Hiç bir şey değişmediğini fark etti geçen iki yılda. Aynı insanlar, aynıboşluk, aynı binalar… Yalnızlığı geldi aklına, sonsuza kadar unutmak istediği yaşadıkları… Güvercinlere yem veren aynı görevli, bu sefer bilet satmak için uğraşıyor, bağırıyordu. İşte şimdi yine o nefret ettiği kasabadaydı.
Garın önündeki büyük kaldırımdan yürümeye başladı, bir sigara yaktı ve garın hemen arkasındaki sokağa saptı. 10 cm buz üstünde 20 cm karda yürüyordu. Her yıl kış aylarında kasabada o kalınlıkta kar olur ve üç ay kalkmazdı, bahara kadar. Uzun sokağın başına geldiğinde kuru soğuk pembeleşmiş yüzüne bir tokat gibi çarpıyor, içindeki enerjisini emiyor ve birkaç adımda bir uzun atkısını boynuna daha sıkı dolamak zorunda bırakıyordu. Sigarasını tutan eldivensiz eli çoktan üşümüş, gökyüzü sanki onu istemiyormuş gibi kapalı, koyu bir maviye bürünmüştü.
Cebindeki diğer eliyle cep telefonunu çıkardı ve o akşam kalmak zorunda olduğu arkadaşını aradı. Çok soğuk bir şekilde nasıl olduğunu sordu, adresi aldı 10 dakika sonra geleceğini söyledi ve kapattı. Yürüme mesafesi uzaklığındaydı ev. İki sene boyunca yaşadığı evin iki sokak aşağısında, tren yolunun hemen karşısında.
Tabiki telefonunu çıkardığında ‘ondan mesaj geldi mi acaba?’ sorusu geçmişti aklından. Kendisine bile söylemeye korktuğu, bir gecelikte olsa o kasabaya geri döneceği gerçeğini, o kıza söyleyememiş, cesaretsiz yüreği izin vermemişti.Ondan ilk defa bir şey saklıyordu Kaan..
Mesaj gelmediğini gördü, iç çekti, cepleri soğuktan elini acıtırken, telefonunu yerine koydu.
Tren yolunun üzerindeki köprüye uzanan, o uzun yolda yürüyordu yine. İçinden‘ umarım tanıdık birisi görmem ve hemen defolup giderim buradan’ diye mırıldandı. Yanında kalmak zorunda olduğu arkadaşları hariç, hiçbir tanıdık yüzü görmek(hatırlamak) istemiyor, bunun içinde ; başı, ayakkabılarının kar da çıkardığı izleri izlemek istercesine önde, ve elinden geldiğince etrafa bakmamaya çalışarak yürüyordu. Ne vardı otelde veya bir pansiyonda kalabilecek kadar parası olsaydı. Hiç para biriktiremezdi. Eline geçen bütün parayı harcar, çarçur eder, para saklamazdı düzgün elleri. Uzun sokağı yarılamıştı neyse ki. Birde 'hava bu kadar soğuk olmasa daha hızlı yürürdüm' diye düşünürken ve yine ayakkabılarına bakarken, iki çift ayakkabının kendisine yaklaştığını farketti. Kafasını kaldırdı ve eski bir arkadaşı olan Elif’in küçük yüzünü gördü. İyi bir insan olarak bilirlerdi Kaan’ı, kendisi hariç. Bu yüzden istemsizce de olsa gülümsedi, ruh hali gibi soğuk davranıp uzun zamandır görmediği birisine somurtamazdı Kaan.
Kısa bir sohbet geçti aralarında siyah saçlı kızla. Saçları öyle gür, öyle parlaktı ki yüzüne kızılımtrak bir renk veriyordu. Orda Elif’in dikkatini çeken ilk şey Kaan’ın ifadesiz gözleriydi. Aralarında ki iki ortak nokta ; ikisininde deli gibi kitap okuması ve o kasabadan nefret etmeleriydi. Elif aradığı kitapları kasabada bulamıyor, ailesi her zaman şehre inmesine izin vermiyordu. Kaan’ın kitaplar hakkındaki tavsiyelerini pür dikkat dinler, bahsettiği kitapları kesinlikle okurdu. İkiside sözü fazla uzatmadı vedalaştılar.
Sokağın sonuna gelmişti artık. Uzun sokağın bitimindeki karla kaplı anayoldan, trafiğe nerdeyse kapalı olduğu için rahatça geçti ve köprüye doğru uzanan yokuşu tırmandı. Arkadaşının evi köprünün tam karşısındaki binalardan birisiydi (tarif öyleydi). Köprünün ortasına geldi. Aşağıda birkaç işçi, hareket eden bir tren gibi, soğuk hava yüzünden ağızlarından çıkan dumanlarla birlikte binbir uğraş vererek boş vagonlara kömür yüklüyorlardı. Durdu, kollarını köprünün korkuluklarına dayadı ve işçileri izlemeye başladı.
Şimdi size birazda Kaan’ın tam o anda düşüncelerini ve hissettiklerini anlatmak istiyorum ;
İki yılını (belkide gençliğinin en güzel yıllarını) daha çok kendi hataları ve çaresizlik içinde harcadığı kasabaya geri dönmüş ve iki yıl boyunca hergün izleyip, hayal kurduğu tren raylarının üzerindeydi tekrar. İşte bu çıkmazda ; yaşadığı onca hatıra geldi aklına. Çünkü o tren yolunun ve köprünün Kaan’a anlatacağı en azından birkaç cümle olmalıydı. Öyle düşünüyordu. Ne yani ! yarın kasabadan ayrıldığında bütün yaşanmışlıklar çöpe mi atılacaktı? Pişmanlıklar, gözyaşları, lanetlemeler, coşkunluklar içine gömülmüş yaşanmışlıklar. Oysa ki hayallerinde güzel şeylere sığınarak, ne büyük aşklar yaşamıştı. Canı cehennemeydi gerçek hayatın. Ama yinede 1 aydan fazla hayal kurmaya dayanamaz ve toplum içine karışmaya çalışırdı.
Birde o çok fazla tanımasa bile, hayatını hiç gözünü kırpmadan harcayacak kadar değerli olan, o, mesaj beklediği kızdan ne kadar uzaktı. Mesafe olarak değildi kesinlikle! Ruh olarak, büyüme olarak, değer olarak. Hayatındaki her adımı onun için atıyor, o kızın bunların hiçbirinin farkında olmaması hatta bilmemesi çok hoşuna gidiyordu. Evet geçmişinden utanmış, kaçmış, o kasabaya dönerken yalan söylemişti. İşte asıl Kaan’a dayanılmaz bir acı veren buydu.
Artık hava iyice kararmaya başlamış, zaten karanlık olan gökyüzü mavinin tonlarında gezinmeye devam etmişti. Tekrar çok üşüdüğünü fark etti. Değişik bir sarhoşluk vardı üzerinde. Ne yaptığını düşünemiyordu artık. Yavaşça korkuluğun üzerine çıkmaya başladı. Soğuktan zor hareket eden kolları ve bacakları ona yardım edemiyordu. Kömür işçileri işlerini bırakıp onu izlemeye başladılar. Yaklaşık bir dakika sonra, bütün bedeniyle korkulukların üzerin ayakta duruyordu. Gözlerini kapattı, yüzünde ki insanı delirtir şekilde bir gülümsemeyle kendini karla kaplı rayların üzerine bıraktı.
Ve …
Birisi odanın kapısını mı zorluyordu? Odanın dışındakilerin ne konuştuğunu, kelimeleri ve cümleleri tam olarak anlayamıyordu, yerinden kıpırdayamadığı gibi.
- Kaan içeridemisin?
- Lütfen aç artık kapıyı.
- Kapıyı kırmamız lazım duymuyor! Kaç saattir içeride.
Gürültüye benzer birşey duyar gibi oldu ama tam olarak anlayamıyordu.
- Sevgilim iyimisin?
- Allah’ım bunların hepsini o içmiş olamaz! Uyandırmamız lazım.
- Alkol komasına girmiş olmalı
Hala tam olarak anlayamadığı, ama melodisinden fark ettiği birşeyler vardı. Evet evet bir şarkı çalıyordu. Fakat nerede?
I'm not your star
I'm not that beam of light
Here to save your life
To make your wallet fat
While mine's on a diet
It's not my greatest care
But simple needs are scarce
It's never-ending
It really seems unfair
But lately I don't care
I don't care about much
I've given up trying
*
- Yeter ona vurmayı bırak artık! Ambulansı aradın mı?
Giderek belirsizleşiyor
Giderek belirsizleşiyor
Giderek ...
( * Dredg – Catch Without Arms )