Önsöz

Fotoğrafım
Köprünün üzerinde omzumda uyurken, seni izliyordum, boğazı aldatırken.

1.27.2009

hayaletlerin

Sona yaklaştım. Vücudum öfkeyle sarsılıyor, kontrol edemiyorum. Kaybettiğim bir savaşın içerisindeyim, kendimle. Yüz binlerce düşünce, yüz binlerce duygu geçiyor aklımdan, bunlardan birisini seçmek zorundayım.”Şimdi ne yapmak gerekiyor ?” “İyi bir şeyler”. Evet, evet bunu doğru dediniz. Sanırım ilk önce sakin, gürültüsüz bir yere gitmem gerekiyor, ya da varsın gürültü olsun, zaten düşüncelerimi toparlayamıyorum. Şunu da kendime itiraf etmek zorundayım; devam etmekte çok zayıfım, kaybetmekte çok güçlü.

Bütün gece, gündüz ve bir sonraki gece senin hayaletlerinle uğraştım. Kahrolasılar peşimi bırakmadı. Nereye yüzümü çevirsem, her yerde sen vardın. Bu yüzden kalabalık caddelerde yürüyemiyor, ara sokaklar ve tenha yollardan kaçmaya çalışıyordum, kendimden, senden. Gerçek mutsuzluğu o anlarda yaşadım. Ne yapsam senden kurtulamayacağım düşüncesi, düşünme yetilerimi zorluyordu.Evdeki eşyalarına dokunamadım o akşam. Giydiğin t-shirtler, eşortmanlar, bana verdiğin fular, gizlice yazdığın ve hep bir yerlere sakladığın, kısa, aşk kokan notlar, senin çakmağın, rahat uyumam ve seni her zaman yanımda hissetmek için bıraktığın yastık, hediye ettiğin kitaplar, kapının kolunda asılı duran, senin hediyen olan gömleğim, seviştikten sonra sadece onunla ilgileniyorum diye çok kızdığın fakat dayanamayıp çaldığım şarkıları söylediğin gitarım, telefonumdaki gizlice yazılmış ‘seni seviyorum’ sözcükleri ve en önemlisi benim için uğraş verdiğin dakikalar… Hiçbirine dokunamadım. Hepsini uzun bir süre izledim, sessizce, ağlayarak. Çok zor ağladığımı söylemiş miydim sana? Hayır, lütfen yinede öyle salya sümük ağladığımı düşünme. Senin yanında ağlayamam bilirsin, benim bir an bile güçsüz olduğumu düşünmeni istemediğimden. Birkaç damla işte, bir önemi yok.Aynı gece bitmek bilmedi, kara güneşi bekledim umutsuzca…

Sabah işe gittiğimde ölü gibiydim. Uzun zamandır yoğun olarak çalıştığım konulara odaklanamıyor, hata üstüne hata yapıyordum. Kurtulmak için kaçtım, o beni boğan ofisten. Şu an yeniden buluşacağımız restoranın önündeyim. Birazdan dışarı çıkacaksın ve ben ne yapacağımı bilmiyorum, düşünemiyorum. Tekrar durdu tuttuğumuz dakikalar, saniyeler. Seni ilk defa görecek gibiyim şimdi. Kalbim durdurulamaz bir heyecanla yerinden çıkacakmış gibi atıyor. Dedim ya yüzünü görünce ne yapacağım ne tepki vereceğim bilmiyorum. Dur lütfen, biraz daha bekle. Biraz daha zamana ihtiyacım var anlamıyor musun? Yeniden senden ve kendimden korkmaya başladım, yüzleşmekten. Titreyen ellerimi kontrol edememekle birlikte bu içtiğim kaçıncı sigara hatırlayamıyorum.Sanırım süre doldu, işte dışarı çıkıyorsun burada kesmek zorundayım…

Bana dokunma dediğim her saniye için; beni sev, sonsuza kadar nefret et benden.

1.20.2009

b.

Bugün senin için biraz soğukta bekledim.
Sadece senin yanına birkaç dakika daha erken gelebilmek için, vapurda, dışarıda.
İlk inen olmak için.
Ne var yani, biraz üşüdüysem. Çok mu? Sonuçta ölücek değilim ya!
Saçmalık!
Boğazı da izlemedim bugün, kitap da okumadım. Sadece yazı yazmak istedim,soğuktan donarken.
Tam olarak hangi ruh halinde olduğumu da söylemek istedim ; pasif-agresif.
Kahrolası yirmibeş, otuz dakikalık yolculuk bitmek bilmedi.
Hayır senin sandığın gibi heyecanlanmadım, Kadıköy’de ki kafenin merdivenlerini çıkarken.
Ruhumu teslim ettiğim için olabilir mi, ruhuna?
Kapıdan içeri girdim ve birkaç saniye seni izledim, sana sarılma hayali kurarken.
Ve bu düşüncelerin hepsi sadece bana biraz gülümsemen için aklımdan geçti.


Çok mu?

1.19.2009

olasılıksız

Başka bir şehre taşındığından beri, bir haftadır haber yoktu babasından. Ne bir mektup, ne bir telefon… Ölmüş olabileceğinden şüpheleniyordu yirmi iki yaşındaki öz oğlu. Bir kez daha verdiği sözü tutmamıştı. Gülümsedi birden ‘hangi sözünü tutmuştu ki’. Bu düşüncelerle geçirmişti bütün bir günü. Delikanlının yaşadığı basık apartman dairesindeki yorucu ve bulanık hava, nefes almasını zorlaştırıyor, dayanılmaz bir uzaklaşma isteği uyandırıyordu. Dayanamadı, birkaç dostunu görmek için evden çıktı.

İstiklal Caddesi’nde yürüyordu şimdi. Seviyordu bu ünlü caddeyi. Yazlık bir kentin, kışın yaşayan insanları kalmıştı hafta içi. Yaklaşık yirmi dakika yürüdükten ve şuursuzca birkaç sokağa girip çıktıktan sonra, balık çarşısının biraz gerisindeki bir meyhaneye takıldı gözü. Delikanlı, o meyhaneye en son lise yıllarının başında babasıyla gelmişti. Meyhanenin kapısının hemen solundaki, ince koridordaki karşılıklı bulunan masaların ilkine oturmuş, bira içmişlerdi. Bir an durdu ve acaba bu hatırladıklarım hayal mi, gerçek mi diye düşündü. Son zamanlarda hafızasının zayıfladığına inanıyordu. Kendine geldiğinde meyhanedeydi.
Delikanlının babası, kişiliğini aynı şekilde delikanlıya aktardığı gibi, içine kapanık, eğlenceli gibi görünen fakat aklının bir köşesinde devamlı bir düşünceyle dolaşan bir adamdı. Yüzüne baktığınızda, aklından geçenleri tam olarak kestirmek zor olmakla birlikte, bu esrarengiz görünüşü, delikanlıyı, durdurulamaz bir şekilde onu tanımaya itiyordu. Beklide, yirmi iki yılı bir arada geçirmelerine rağmen, babasının iç dünyasını, sorunlarını ve kişiliğini hala tanıyamaması, delikanlıyı getirmişti bu meyhaneye. Cevabı orada arıyordu.


Şansının da yaver gitmesiyle, boş olan koridorun başındaki masaya oturdu. Burası eski Beyoğlu meyhanelerinden birisiydi. Yerden normalden oldukça yüksek olan tavandaki büyük ve ihtişamlı avize, masaların ve sandalyelerin eskiliği, çalışanların yaşlılığı, bunun belirtisiydi. Delikanlı cebindeki paranın hepsini çıkardı ve masaya koydu. Masada topu topu (bozukluklarla birlikte) elli lira vardı. Yol parasını ayırdı ve garsonu yanına çağırıp rakı ve birkaç meze istedi. Babasının yaptığı gibi… Şimdi eski hatıralar üzerinde dolaşıyor, birinden diğerine geçiyordu. Yüzü asık değildi, o çok sevdiği yalnızlığıyla beraberdi. Delikanlı ilk dublesini içtikten sonra meyhaneyi incelemeye başladı. İlk başta meyhanedeki müşterilerin tamamının erkek olduğu gözüne çarptı. Hemen önündeki masada, dört kişilik orta yaş gurubu koyu bir siyaset tartışmasına girmiş, ülke hakkında batıyı öven yorumlar yapıyorlardı. Koridorun sağ tarafında oturan memur görünümlü iki orta yaşlı adam da, ara sıra konuşmaya katılıyor, hararetli hararetli yorumlarıyla destek oluyorlardı. Meyhanedeki diğer insanların, giyinimlerinden işten çıkıp buraya geldikleri belli oluyordu. Bu insanlar, büyük ihtimalle akşamları erken saatte eve gitmek istemiyor, vazgeçemedikleri birkaç muhabbet ve rakılarını içmeyi, ailelerini daha erken görmeye tercih ediyorlardı. Garsonlar ise, zaten az müşterisi olan meyhane de masaların etrafında dolaşıyor, bitmiş kadehleri dolduruyor, yeni siparişleri alıyorlardı. Yaklaşık her meyhane de olduğu gibi, içeride yoğun bir balık kokusu vardı. Bu koku, rakının anason kokusu ve sigara dumanıyla birleşip, meyhanelerin o kendine has kokusunu oluşturuyordu. Delikanlı babasından alışık olduğu için, seviyordu bu küçük, samimi meyhanelerin havasını. Bu bir kültürü. Ayrıca o an orada bulunan insanların sosyal statüsü hiç de aşağı gibi durmuyordu. İnsanlar alkolün etkisiyle, anlatmak istedikleri kelimeleri tam olarak dile getiremeseler de, oldukça mantıklı ve güncel tartışıyorlardı.

Daha sonra delikanlının gözü koridorun sonunda oturan, yaklaşık kırk kırkbeş yaşlarında, iyi giyinimli, alkolün yüzünü oldukça eskittiği ve delikanlı gibi tek başına oturan bir adama takıldı. Adamın da, delikanlı gibi kendini incelediğini fark etti ve hemen gözlerini başka bir tarafa çevirdi. Fakat delikanlı, bu gizemli adamın bakışlarının hala üzerinde olduğunu hissediyor ve kaçamak bakışlarla takip ediyordu. Durum tamda düşündüğü gibiydi. Adam delikanlının üzerinden gözlerini alamıyor, konuşmak istiyormuşçasına bakıyordu. Kendisini birisine benzettiğini sanmasına rağmen bu adamda ilginç davranışlar dikkatini çekiyordu. Bu iyi giyinimli ve yakışıklı sayılabilecek adam, Delikanlı bu düşüncelerden tekrar kurtulmak için yüzünü cama doğru çevirmişti ki, ona doğru yaklaşın birinin ayak seslerini duyar gibi oldu ve tekrar koridora baktı. Az önce delikanlıyı izleyen adam, tam karşısında dikiliyordu. Heyecanlı ve kısık bir sesle konuşmaya başladı;

“Saygıdeğer beyefendi, sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim, fakat yüzünüz bana çok eski bir arkadaşımı hatırlattı. Nedense sizinle inanılmaz bir konuşma isteği duydum. Adım Rıfat’tır beyefendi. Size sormak istediğim az önce bahsettiğim, eski arkadaşım Aydın Ateş’i tanır mısınız?

Babasının adını duymak delikanlıyı derinden sarsmıştı.

1.14.2009

Lütfen

- Bak yüzüme
- Ama yıldızlar?


- Lütfen, seni beklerken nerede olduğunu söyleme sevgili. Bırak, senin ne zaman geleceğini ben tahmin ediyim. Bırak, uzaktan gelen insanları sana benzeterek, her seferinde sana aldığım çiçeği saklamaya çalışıyım. Bırak, o heyecanlı bekleyiş içerisinde, "O’nu nerde beklesem daha iyi olur" diye düşünürken, biraz daha heyecanlanıyım. Bırak, devamlı arkamı döneyim boğaza, ‘acaba gelmiş midir?’ diye. Seni düşünmeme izin ver, seni beklerken. Bırak, nerede olduğunu söyleme sevgili.

1.13.2009

...

Tarih : 13 Ocak 2009, Salı

Saat : 17.07

Bu yazıyı yazdığım dakikalarda deliliğin eşiğindeyim;

Ne yapacağımı bilmiyorum, anlatamıyorum, konuşamıyorum, göremiyorum, kontrol edemiyorum, anlayamıyorum, mantık yürütemiyorum, katlanamıyorum,saldıramıyorum, baş edemiyorum, isyan edemiyorum, fark edemiyorum, hissedemiyorum, ağlayamıyorum, gülmekten kendimi alamıyorum, saklayamıyorum, davranamıyorum, hayatımı ele geçiremiyorum, anlaşamıyorum.

Neden?

.

ç ü n k ü ş i m d i s a d e c e s e n v a r s ı n.

1.07.2009

Mim

Fransız sineması düşmanı Sami Hazinses Mimlemiş beni.



2009'dan beklentim bu;






a

a

Sıra kıskanç maybe'de.

1.05.2009

huzur


Bana süpriz hazırlamış. Yabancışlaştığım bu duyguyu, uzun zamandır yaşamadığımı, o akşam bir süre kalıcağımız eve girince anladım. Kapıdan içeri adımlarımı attım ve kapalı gözlerimi açtım. Sol tarafımda bir ses; süpriz! Sadece bir odalı evde, her tarafta düzgünce yerleştirilmiş mumlar, özenerek hazırlanmış bir yatak, iyi seçilmiş bir kırmızı şarap ve bunların hepsinin üstünde, beni düşünmüş olmasının vermiş olduğu engellenemez mutluluk. Evden içiri girip bu manzarayı gördüğmde, bakışlarımı bir noktada toplayamıyor, mantıklı düşünemiyordum. Şarabımı içip karşımdaki resmi seyrederken, yanında huzuru buldum.

Teşekkür ederim.

kıskançlık

günlerdir hastayım ve
bu beni delirtiyor

sürekli uykuyla
uyanıklık arasında

gidip gelip,
gidip gelip,
gidip gelip

kırk derece yüksek ateş ve
kıskançlık…
bu zayıflık anında,
bir aşkın komasında

kıskançlık aktıgında
durmaksızın damarlarımda

sen ilacımsın,
susuz yuttuğum

bir türlü gitmeyen
ne yapsam da
boğazımdan.