Önsöz

Fotoğrafım
Köprünün üzerinde omzumda uyurken, seni izliyordum, boğazı aldatırken.

6.30.2010

saçmalık.



Bir adam var. Aramıyor, sormuyor merak etmiyor, öğrenmek istemiyor ama bu konu önemli! Fark edemiyor ne kadar önemli olduğunu. Belki fark etmek istemiyor. Oysaki ne olursa olsun araması gerekirdi. Neyi doğru yapmıştı ki zaten hayatta, bence kızmamak gerekir. Sonuçta, siz karşındakinin sizi anlayabildiği kadar anlayışlısınızdır. Anlayışlı olmayan birinden de araması beklenemez ya… Şöyle de olabilir; o adama kırılmak da yanlıştır. Sonuçta sizin kırıldığınızı bile anlayamaz, siz önünde can verseniz dönüp bakmaz bile. Şu açıdan bakarsak; belki de adam, nasıl oluyor bilmiyordur ya da ne kadar kolay. Mesela o adam, rüzgârda savrulan bir yaprak gibi yok olup gitse bile arayacaktır! Aramalıdır da. Ya da siz o adamı buruşturup çöpe atsanız… Ee ne olmuş? Arayacak! Peki, mesela uzak bir arkadaşına davranmayacağın gibi, sokakta hiç tanımadığı birisine davranacağından daha kötü davranılsa? Saçmalamayın! Arayacak! Çünkü siz sarıldınız. Ya da sarılarak terk ettiğinizi sandınız.

Once.





















İrlandalı müzisyen, aynı zamanda “The Frames” grubunun vokal/gitaristi Glen Hansard ve Çek müzisyen Marketa Irglova muhteşem bir filme imza atmışlar. Ben de bu ikiliyi filmle birlikte tanıdım. Tamamı el kamerası ile çekilen film duygusal-romantik bir ilişkiyi anlatıyor. Gerçek iki müzisyenin ilk oyunculuk başarısı da oldukça güzel. Film, bu ikilinin besteleri arasında geçiyor. Bu bestelerden “Falling Slowly” en iyi film şarkısı dalında Oscar’a aday oldu ve kazandı.

İnsanın içindeki saf duyguları çıkartan bu film benim için çok anlamlı. Filmin şarkıları, şarkı sözleri büyük bir özenle ve terk edilmişlikle yazıldığından, etkileyici değeri çok büyük… Britanyalı müzisyenlerin (Damien Rice, James Blunt gibi…) ortak özelliği saf duyusallık çerçevesinde aşkı anlatmaları. Glen Hansard’da bunlardan biri.

İzlemenizi tavsiye ediyorum.

Falling Slowly

When your minds made up

6.28.2010

n. e. m.


İşleri yoluna koymak için gereğinden biraz daha fazla çaba sarf ediyorum şimdi. Birçok parça kırıldı, tuzla-buz oldu yüzler. Berabere devam eden bir karşılaşmada kazanma şansım azaldı. Gölgelerden kaçmak pahasına da olsa kazanacağım “bir şekilde”.

Neden yapıyorsun anlamıyorum. Yapma. Ben o şarkıyı senden dinlemeyi seviyordum. Senin hissettiklerin farklı olsa da bir telefon konuşması incitebilir beni.

Ben çalardım o şarkıyı, sen söylerdin.
Keşke, yalnız bunun için.

6.23.2010

...

üstüm başım ıslanmış, İstanbul'a yağmur yağarken. yüzüm yağmura dönmüş, sahte şemsiyelerin altından. ellerim ruzgarın arasında dolaşmış, bedenim üşümüş. bugün ayın yirmiüçüymüş. ruhum kaç defa geri dönmüş.

c.s.


Bekarlara ev vermiyorlar, doğru; 
Evlilere kız vermedikleri de doğru, 
Bu yüzden bir gün seni bırakırım ya, 
Tütünü bırakmak gibi bir şey olur bu. 


Evet, gün geliyor bıkıyorum senden 
Ama İstanbul’dan bıkmak gibi bir şey bu, 


Git, istersen, cüzam kap bir yerlerden, 
Görmek istersen, nicedir, tutkunluğumu.

6.22.2010

ada.


Yükselmek veya alçalmak, her şeye çok yakın gibi hissediyorum. Yükseldikten sonra tekrar dünyaya dönmek veya alçalarak iyice yerin dibine girmek. Kulağımda melankolik, anlamsız, duygusal, aşık, insanı düşüncelere sürükleyen notalar. Benimle eğlenerek bir dalga önümden geçiyor, yakalayamıyorum onu. Gitti bile. Düşecek mi kalacak mı korkusu yaşayan ve nereye gittiğini bilmeyen bir uçak gökyüzünde. Adalarda fırtınalı bir hava var bu gece, fotoğraf makinesinin flaşı gibi şimşekler gökyüzünü bir anda aydınlatıyor. Ellerim hâlâ titriyor ve fotoğraf flu çıkıyor. Yıllardır bu fluluğa o kadar alışığım ki, kendi inime dönmüş gibi hissediyorum.

Boşlukta sınırsızca yüzerken gözlerim kapalı. Elimden tut sıkıca, çok iyi yüzme bilmiyorum. Boğularak ölmek en kötü ölümlerden biri değil mi? Peki, en iyi ölüm hangisi? İntihar ederek kendin belirlemek mi zamanı? Yaşlanarak ölmek mi? İnandığın bir düşünce uğruna ölmek mi? Sevdiğin kadın için ölmek mi? Ellerinden gelen ölüm mü? Ne olursa olsun, her dakika ölsek keşke ve tekrar dönsek biz bize.

Şimdi de adaya giden bir vapur geçiyor önümden. Gece yarısı olmasına rağmen hava sıcak, deniz suyu ısınmış. Ne yaparsak yapalım soğumuyor, suyumuz ısınmış bizim bir kere.  

İnandıklarım uğruna boğuluyorum. Yazdıklarım bile birbirini tutmuyor. Koyu bir psikolojik durum hüküm sürüyor.
Aynı gömlek aynı pantolon var üzerimde. İyi de bunun ne anlamı var? İyi de nelerin anlamı var? Bir dakikanızı isteyeceğim güzel bir şarkı çalıyor.

Vakit gelmiş, vazgeçiyoruz kim olduğumuzdan, kim olmak istediğimizden, bizden, rahatça nefes almaktan.

6.21.2010

..

tavan arasında birlikte Cemal Süreya okumak.


keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

yapma.


Sen yaşamadın, “sen.ben - biz” yaşadık. Sen bıraktın, ben kurtarmaya çalıştım. Sen beni hiçe sayarak sevgisizce sustun, ben konuşman için yalvardım. Sen konuştun, ben dinledim, hayran oldum. Sen küstün eğlenmene baktın, ben yıkıldım. Sen delirdin, ben delirdim, ben düzeleceğimizi umdum. Sen kavga ettin, ben kavga ederken kaçtın. Sen yüzeysel gözyaşları döktün, ben o gözyaşlarıyla senden çok daha fazla acı çekerken kendimi serinlettim. Sen yıktın beraber olduğumuz evi, ben onarmaya çalışırken kayboldum. Sen öldürdün beni, ben hapse girdim. Sen ıslandın, ben hâlâ yanıyorken. Sen evlenmeyi düşündüğün bir insanı duygusuzca terk ettin, ben hayal kurdum. Senin kurduğun hayaller fantastikken, ben gerçekçi düşündüm. Sen hastalandığında, ben, ben yanında olmadım mı? Sen taşındın, ben yeni bir işi geri çevirip, gururumu ayaklar altına alıp Türkiye’ye döndüm. Sen orada olmamı istedin, ben orada olamadığım için kahroldum. Sen yalnız uyuduğunu söyledin, her gün senin yanında kalacakken, sen gözlerime bakarak sevdiğini söylerken, sabredemedin. Sen camdan kadındın, kırıldın ve benim her yanım kesik içinde. Sen, sakın bana tek yaşadım deme, en azından saygı duy. Sen tek uyudun, ben kırk derece havada titreyerek uyudum. Sen tek ağladın, ben, ben.

Bunların yanında akkavakkızı,

Senin sorumsuzluğun yüzünden ben binlerce kilometre öteden babalık duygusu yaşarken kahroldum. Ben, senin için yaşarken, sen sadece kendin için yaşadın, Aylarca ben seni bekledim. Ben senin en ufak üzüntünü dinledim. Ben seni yanlışlardan döndürmeye çalıştım. Ben, bana sayfalarca yalan söylerken, yanında oldum. Ben, ailemi karşıma alıp seni savundum. Ben o insanları seni sevmesini sağladım. Ben annen için koşturdum. Ben acı çektim. Sen acımasızlaştın. Sen umursamadın. Sen kendine sahte arkadaşlar edindin. Ben metro çıkışında hayatımın en kötü gününü yaşamama rağmen, yanında oldum. Hata yaptığım zaman bin kere üzüldüm, senin hatalarını ise sadece affettim. Ben sevgiye inandım. Ben sana aşkta oyun olmaması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Düşecekken ben tuttum seni. Ben, kurtardım bizi yıkımın eşiğinden, kaç kere. Kaç kere yapma dedim. Ben senin için yaşadım. Sen bunu göremedin. Ben senin elinin değdiği bir eşyayı bile sevdim, sen “elimi” bir nesne olarak sevdin. Ben sevgililer gününde param olmadığı için uyuyamadım. Ben seni mutlu edebilmek için borçlandım. Bana evde oturmak bile yetecekken, belki sen eğlenmek istersin diye ben para buldum. Ben seni değerli bir insan yapmaya çalıştım. Ben, başarısız oldum. Ben. Ben. Ben. Bu böyle devam eder. Binlerce yüzbinlerce ben. Yapma. En azından hakkını yeme “biz”in.

6.19.2010

uzak liman

Arkadaşlarım yanımda. İkisi uzaktan arayarak diğerleri görüşmek isteyerek yardmcı olmaya çalışıyorlar. Olanlara anlam veremiyorlar. Benden mantıklı düşünmemi, dışarı çıkmamı biraz gezmemi istiyorlar fakat benim uyuyacak halim bile yok. Sıkılıyorlar hareketsizliğimden, suskunluğumdan, geçer diyorlar.

İçi, günümüzde rastlanmayan cinsten saf, temiz, tutkulu bir aşkla dolu olan gemi batıyor. Bu gemiyi limana çekebilir misin? Kurtarabilir misin gemideki duyguları, yaşanmışlıkları? Nasıl bir fırtınadır bu gemiyi batıran…


Daha da çok, senin gözünde sıradanlaştığımı düşünüyorum. Beni umursamayan, kahrolurken arkadaşlarıyla eğlenebilen bir insan haline gelmen yaralıyor beni. O benim. Ben. Başkası değil. O gece hiç aklından geçtim mi? Bir dakika bile olsa, bütün duygularını kapatıp, alkol ve sigara dumanlarının eşliğinde aklına geldim mi? İlk zamanlarda bunları yapabilir miydin? Yanındayken, ben yokmuşum gibi davranabilir miydin?

 Aslında bunların hepsi senin suçlu olmandan kaynaklanıyor. Suçlusun. Bir çuval inciri mahvettin. Bir geleceği kararttın ve birkaç kurdelayı çöpe attın. Bundandır sinirin, öfken, eğlenip dağıtma isteğin. Avuçlarının içinden kayıp giden mutluluğu kaçırdığını biliyorsun. Sen de çok iyi biliyorsun ki, yaptıklarınla sadece kendinden intikam alıyorsun. Kendini cezalndırıyorsun.

Kendi evimde dahil huzur yok bu günlerde. Birkaç hatırlaması kolay etkisi büyük anı etrafımda. Ben hâlâ olduğum yerdeyim. Ve umarım senin evinde huzur vardır.


6.18.2010

alçalır insan


Sarılamadım. Eğer sarılsaydım gidemeyeceğimi biliyordum. İçimi kaplayan yoğun karanlık, seni görmeme de engel oluyordu. Yinede gitmeden az önce, senin gözyaşların bedenini kirletirken, korkak korkak izledim seni. Gelecek hayalleri kurduğum ve belki bir daha göremeyeceğim o yüze defalarca baktım. Her zamanki gibi senin haberin yokken, seni izlediğimi ve yavaş yavaş yüzlerce-binlerce parçaya kırıldığımı bilmiyorken. “İnsan ölmektense bütün ömrünü bir uçurum kenarında geçirebilir” demiş yazar. Hayat o kadar değerlidir ki, o an öldürüleceğini bilse, bir metrekarelik uçurum kenarında senelerce yaşayabilir insanoğlu. Ölümü seçmez, o kadar alçalır. Ben de sana sarılmadan, sana dokunmadan bir ömür boyu sadece seni izleyerek yaşamayı tercih ederdim. Bu yeterlilik bana fazlaydı bile. Üstü kalsın.

Evimizde ki eşyalar vardı birde. Her birinde emeğin olan… Seni “bizi” anlatan, hepsi sen kokan, parmak izlerinin olduğu, görünce seni hatırlatan eşyalar. Tek tek değerli bir varlık gibi inceledim onları. Sonuçta benim emeğim de vardı onlarda. Benden de birer parçaydılar. Odanın ben gittikten sonra değişmiş halini hafızama kazıdım, dokundum bazılarına. Zaten belleğimin en dibinde yer alan onca yaşanmışlık arasında bu pek de zor olmadı. Yer etmişsin aklımda. Birkaç da kıyafetim vardı, senin ellerinin değdiği katlayıp koyduğun. Attım onları. Sen yanımda yokken giymektense daha değer kazanacakları –çöpte- olmalarını yeğledim. Daha sonra, sana aldığım çerçeveden ve duvarda yapışık duran fotoğraflarda kendimi göremedim. Hangi fiziki acı bunun karşılığıdır acaba? Sonsuza kadar kaldırılmıştım. Sadece duvardan ve çerçeveden değil, senin hayatından da. Ne kadar ilginç; duvardan eksilen birkaç basit fotoğraf bile kaybolan bir insanı anlatabiliyor. İşte varsın ve yoksun! Bir fotoğraf kadar basitiz aslında. Duvardan indiriliyoruz ve düşüyoruz. O kâğıt parçası kadar değerimiz var mı hayatta, senin gözünde?

Kapıdan çıkarken o binadan son kez çıktığımı biliyordum. Kendimi koruyamayacak kadar zayıftım o kapının ardında. Kapalı hücreye hapsolmuş bir mahkûm gibi çaresiz, bitik. Ellerimde kilolarca yük dışarı çıktım. Hayır, onlar ağır değillerdi. Ruhumdaki ağır enkazın ve dağılmış duygularımın yanında lafları bile edilmezdi. Sonra, ayaklarım geri geri giderken birkaç adım daha yürüdüm. Bir an döndüm ve seni görme umuduyla, belki penceredesindir diye sana baktım. Oradaydın. Fakat metreler hesaplayamıyordu bu uzaklığı. Bir hayat kadar uzakta mesela, iki yıl kadar, üç dokunuş kadar… Uzun süre bakamadım yüzüne, kafamı çevirdim ve ilerledim. Bir daha döndüm, yine oradaydın. Ve gittim. Evet, gittim fakat caddeye çıktığımda otuz saniyede bir arkama bakarak. Belki takip etmişsindir, belki hayata dönmüşsündür diye. Dedim ya “ölmektense, uçurum kenarı tercih edilir”.

6.17.2010

deniz.




Pazar günü tekneyle açıldım biraz. Bazen hayatta nefes almak ve ayakta durmak çok zor olabiliyor. Denizle baş başa kalmak bu kaybolmuşluk arasında yorulmuş kalbi biraz olsun huzurla dolduruyor. Dalgalara karışan yalnızlıkla beraber müzik dinledim ve düşündüm iki yılı. Bitmiş iki yılı. Bu o kadar da kolay değildi. Dalgaların bir noktasına kilitlenmek, boş gözlerle bakmak… Birazda sırtüstü uzanıp gökyüzünü izlemek gerek. İçine sığamadığımız gökyüzü. Bizi dışarı fırlatan gökyüzü. O an orada yalnız olduğunu bilmenin hissi de çok güzel. Öteden birkaç tekne daha geçiyordu fakat bana uzaktılar. Beni göremiyordular, farkında değillerdi belki de orada olduğumdan. Farkındalık hissi yıpratıyordu beni daha sonra. Nerede olduğunun, nasıl olduğunun, ne durumda olduğunun farkında olmak… Yaşananlar bir kâbus muydu yoksa? Uyanacak mıyım birazdan? Çok yorgunum uyandırmayın beni. Kafam da güzel zaten yerimden kalkacak halim yok. Eğer bu bir rüyaysa biraz daha uyuyayım lütfen!

Sonraki bir gün sahilde yürüdüm mesela. Orada insanlar vardı. Gözümün içine bakan, beni inceleyen insanlar. Birde suratıma sert bir şekilde yalnızlık fırlatan dalgalar. Peşimi bırakmamışlar. Her zamanki gibi birkaç hayalet de oradaydı. Gülümsedim bazılarına. Yukarıdaki kare hoşuma gitti sonra. En azından ben öyle düşündüm çünkü hiçbir şeyden zevk almıyorum bu aralar. Gitar bağırıyor çal beni diye, kitaplar tozlanmış, eve gitmek ölüm, yemekler tuzsuz, içkiler yine güzel.

Çok yorgunum bu aralar. Nefes almakta zorlanıyorum. 

6.16.2010

koma



bir gün daha bitti önümde
günler gelir geçer ve antibiyotikler
kimim ben? bugün ne günlerden?
kırk derece yüksek ateş 
ve kıskançlık
bu zayıflık anında
bir aşkın komasında
Kıskançlık aktığında durmaksızın damarlarımda
Sen ilacımsın
susuz yuttuğum
bir türlü gitmeyen ne yapsam da boğazımdan


-teoman-

6.14.2010

eğer aklına koyduysan.

Yıkanıyorum. Sular dökülüyor üzerimden. Kirli-paslı sular. Kendimi arındırmaya çalışıyorum senden. Bedenim çürümüş, ellerim titremiş, ruhumun tarihi geçmiş. Yorgun düşmüşüm, bitmişim, tükenmişim. Terk edilmiş bir bedeni, terk edilmiş bir ruhu yaşatmaya çalışıyorum. Yoğun bakımdayım. Bana yaşattıkların mıh gibi aklımda. Zihnim karanlık. Kafamı ne tarafa çevirsem, gözlerim ne kadar kapalı kalsa gitmiyorlar. Gidemezler! Bir yandan etrafımda yüzlerce, binlerce kelime uçuşuyor. Yazıya dökülmeyi bekliyorlar fakat o kadar karışık ki orası, seçemiyorum.  Bu birazda cımbızla bir tek saç teli yolmak gibi. Doğru tel hangisi? Evet, yazılar dökülmek istiyor ellerimden fakat bizim için değil. Kendi duygularım, kendi yaşadıklarım, kendi sevgim için. Sen kendini ararken, ben kendimi biliyorum, kendi hislerimi tanıyor beni. Kendimi anlatmaya çalışacağım bunda sonra. Bu hissettiklerim ilk değil neyse ki… Son mu bilmiyorum.


Yinede ne biliyor musun; bir gün bir isteğin olursa biliyorum ki “koşarak gelmeme değecek olmasa da” koşarak gelirim. Beliririm kapında. Ama eğer sen aklına koyduysan, değiştirmeye çalışmanın, konuşmanın bir anlamı yok. Durdurmaya çalışmanın bir anlamı yok. Peki, bizim farkımız neydi herkesten? Zorluklar üzerimize geldiğinde kaçmamız mı? Boşver. Sen üzülemezsin ne de olsa ölümde, ayrılıkta. Körelmiş duyguları canlandıramazsın. Senin üzgünlüğün bir an, senin gülümsemen bütün gün. Bu yüzden savaşmanın da bir anlamı yok.

Bana her sinirlerini kontrol edemiyorsun dediğin an bilmiyordun ki o sinirler kaç sevgiden oluşuyor…

6.11.2010

...



İşleri biraz olsun düzeltebilmek için diplerden yüzeye doğru kazıyorum şimdi. Bazı yanlış anlaşılan duygular durumu zorlaştırıyor ve geride şüphe bırakıyor. Bu gittiğim zorlu yolda, sen başımı döndürüyorsun, ben ise sana ayak uydurmaya çalışıyorum. Belki zamanı biraz daha yavaşlatabilirsen senden sadece sevgi beklediğimi göreceğinden eminim. Sevgi dolu birkaç sözcük sadece, her şey için.