Hayattan ayılmak için koyu bir kahve içmek istedim ilk önce. Az sütlü, çok kahveli, filtre, sütü soğuk. Büyük bir özenle hazırladım kendime. Kahveyi içtikten sonra “içersen ayılırsın” cümlesinin yalanlığını fark ettim. Hâlâ her şey bulanıktı. Lenslerimi kontrol ettim, hayır onlarda bir sorun yok, sorun sanırım daha büyük. Uzun zamandır olmadığı gibi kendi evimde tek başınayım bu aralar. Bu durumun iyi ve kötü yanları var. İyi yanı; evde rahatça sigara içebiliyorum, duvarlara bağırarak gitar çalıp söyleyebiliyorum ve istediğim gibi geziyorum. Kötü yanı; … Yokmuş kötü yanı. Hayat hep iyiliklerden ibaretmiş. Hep mutlu olmak zorundaymışız. Her anın farklı bir tadı oluyormuş. Bir cenaze esnasında kahkalarla gülen bir insan gördünüz mü hiç? Bu ne kadar absürt bir durum olurdu değil mi? İşte aslında o anlarda bile mutlu olabilmeliymişiz. Öyle dediler.
Yukarıda yalnız yaşamanın “kötü yanı yok“ dedim ya, yalan! Büyük bir yalan hem de! Bir insan tek başına deliliğin sınırına gelebilir. Ruhsal açıdan kendini tatmin edecek bir yön ararken, evin odaları arasında kaybolabilir ve ayılmak için kendine kahve yapar. Sonuçta kahveden de çok şey beklememek lazım, değil mi?
Zaman diye bir kavram varmış birde. Sormayın bütün gece susmadılar, onu da anlattılar… Mesela bugün Cumartesi, yarın Pazar. Aslında yalnız Pazar günleri, hafta boyunca beraber yaşadığımız evde buluşuyorduk biz. Bir Pazar vardı. Salıları, Çarşambaları falan bulana aşk olsun! Yakalamak için kaç defa peşlerinden koştuysam da olmadı. Zaman her zamanki gibi benden hızlıydı. Yetişemezsin dediler, onu da anlattılar dün gece. “Ne alaka?”dedim. Öğrenirsin dediler. Çokbilmişler…
Bir de sinir kavramı varmış. Bazıları sinir-stres diyorlar ama ikisi ayrı şey abi. Bir insanı öfkelendiren, sinirlendiren durumlar varmış. Eğer bu durumlar sevgiyle birleşirse, sinir katsayısı giderek artıyormuş. Benimki de öyle bir durumdu işte. Burada şu soru çok önemli; bu insan sinirlenmiştir tamam ama neden? Şöyle düşünün, evde yalnız başınıza sevdiğiniz insanı bekliyorsunuz üç saat-dört saat. İki yılını verdiğiniz o insan, telefonda bitti diyor. Adam “nasıl!” diyor. “Nasıl olur?” Öyle bir olur ki… Bitebilir, bitsin. Sorun bu değil. Evet, adam bu durumu kurtarmak için konuşmak istiyor fakat bitebilir de. Adamın tek istediği, iki yılını verdiği bu kadının en azından yüzüne karşı bir şeyler söylemesi. Fakat kadın o sıra eğlenmeli arkadaşlarıyla dışarıda. Adamın durumu, telefonda ki isyanı kimin umurunda… Kadın eğleniyor ya işte. Adam sadece, ama sadece, üzülür o iki yıla. Hak etmedim bu davranışı der. Üç dört saat işte böyle geçer. Adama sinirlenir, kadına, hayata her şeye. Kadın sonun da eve gelir fakat uyuyacak işte neden karışıyorsun! Bir yandan “bitti” der bir diğer kelimesi “uyuyacağım” olur. Adamsa sadece bir açıklama bekliyordur. Sonra, bu yaşananların üstüne adam normal olarak sinirinin son safhasına ulaşır. Kadın boşuna korkar, çünkü adam sadece kendine zarar verebilir. Ama kadın yinede “bu adam neden sinirlendi” diye sormaz kendine. “Neden” sorusu önemlidir oysaki. Gururlu, onurlu, gerçekten çok seven ve bu durumda sinirlenmeyecek birisi olabilir mi? Evet, bu soru da önemlidir.