Başka bir şehre taşındığından beri, bir haftadır haber yoktu babasından. Ne bir mektup, ne bir telefon… Ölmüş olabileceğinden şüpheleniyordu yirmi iki yaşındaki öz oğlu. Bir kez daha verdiği sözü tutmamıştı. Gülümsedi birden ‘hangi sözünü tutmuştu ki’. Bu düşüncelerle geçirmişti bütün bir günü. Delikanlının yaşadığı basık apartman dairesindeki yorucu ve bulanık hava, nefes almasını zorlaştırıyor, dayanılmaz bir uzaklaşma isteği uyandırıyordu. Dayanamadı, birkaç dostunu görmek için evden çıktı.
İstiklal Caddesi’nde yürüyordu şimdi. Seviyordu bu ünlü caddeyi. Yazlık bir kentin, kışın yaşayan insanları kalmıştı hafta içi. Yaklaşık yirmi dakika yürüdükten ve şuursuzca birkaç sokağa girip çıktıktan sonra, balık çarşısının biraz gerisindeki bir meyhaneye takıldı gözü. Delikanlı, o meyhaneye en son lise yıllarının başında babasıyla gelmişti. Meyhanenin kapısının hemen solundaki, ince koridordaki karşılıklı bulunan masaların ilkine oturmuş, bira içmişlerdi. Bir an durdu ve acaba bu hatırladıklarım hayal mi, gerçek mi diye düşündü. Son zamanlarda hafızasının zayıfladığına inanıyordu. Kendine geldiğinde meyhanedeydi.
Delikanlının babası, kişiliğini aynı şekilde delikanlıya aktardığı gibi, içine kapanık, eğlenceli gibi görünen fakat aklının bir köşesinde devamlı bir düşünceyle dolaşan bir adamdı. Yüzüne baktığınızda, aklından geçenleri tam olarak kestirmek zor olmakla birlikte, bu esrarengiz görünüşü, delikanlıyı, durdurulamaz bir şekilde onu tanımaya itiyordu. Beklide, yirmi iki yılı bir arada geçirmelerine rağmen, babasının iç dünyasını, sorunlarını ve kişiliğini hala tanıyamaması, delikanlıyı getirmişti bu meyhaneye. Cevabı orada arıyordu.
Şansının da yaver gitmesiyle, boş olan koridorun başındaki masaya oturdu. Burası eski Beyoğlu meyhanelerinden birisiydi. Yerden normalden oldukça yüksek olan tavandaki büyük ve ihtişamlı avize, masaların ve sandalyelerin eskiliği, çalışanların yaşlılığı, bunun belirtisiydi. Delikanlı cebindeki paranın hepsini çıkardı ve masaya koydu. Masada topu topu (bozukluklarla birlikte) elli lira vardı. Yol parasını ayırdı ve garsonu yanına çağırıp rakı ve birkaç meze istedi. Babasının yaptığı gibi… Şimdi eski hatıralar üzerinde dolaşıyor, birinden diğerine geçiyordu. Yüzü asık değildi, o çok sevdiği yalnızlığıyla beraberdi. Delikanlı ilk dublesini içtikten sonra meyhaneyi incelemeye başladı. İlk başta meyhanedeki müşterilerin tamamının erkek olduğu gözüne çarptı. Hemen önündeki masada, dört kişilik orta yaş gurubu koyu bir siyaset tartışmasına girmiş, ülke hakkında batıyı öven yorumlar yapıyorlardı. Koridorun sağ tarafında oturan memur görünümlü iki orta yaşlı adam da, ara sıra konuşmaya katılıyor, hararetli hararetli yorumlarıyla destek oluyorlardı. Meyhanedeki diğer insanların, giyinimlerinden işten çıkıp buraya geldikleri belli oluyordu. Bu insanlar, büyük ihtimalle akşamları erken saatte eve gitmek istemiyor, vazgeçemedikleri birkaç muhabbet ve rakılarını içmeyi, ailelerini daha erken görmeye tercih ediyorlardı. Garsonlar ise, zaten az müşterisi olan meyhane de masaların etrafında dolaşıyor, bitmiş kadehleri dolduruyor, yeni siparişleri alıyorlardı. Yaklaşık her meyhane de olduğu gibi, içeride yoğun bir balık kokusu vardı. Bu koku, rakının anason kokusu ve sigara dumanıyla birleşip, meyhanelerin o kendine has kokusunu oluşturuyordu. Delikanlı babasından alışık olduğu için, seviyordu bu küçük, samimi meyhanelerin havasını. Bu bir kültürü. Ayrıca o an orada bulunan insanların sosyal statüsü hiç de aşağı gibi durmuyordu. İnsanlar alkolün etkisiyle, anlatmak istedikleri kelimeleri tam olarak dile getiremeseler de, oldukça mantıklı ve güncel tartışıyorlardı.
Daha sonra delikanlının gözü koridorun sonunda oturan, yaklaşık kırk kırkbeş yaşlarında, iyi giyinimli, alkolün yüzünü oldukça eskittiği ve delikanlı gibi tek başına oturan bir adama takıldı. Adamın da, delikanlı gibi kendini incelediğini fark etti ve hemen gözlerini başka bir tarafa çevirdi. Fakat delikanlı, bu gizemli adamın bakışlarının hala üzerinde olduğunu hissediyor ve kaçamak bakışlarla takip ediyordu. Durum tamda düşündüğü gibiydi. Adam delikanlının üzerinden gözlerini alamıyor, konuşmak istiyormuşçasına bakıyordu. Kendisini birisine benzettiğini sanmasına rağmen bu adamda ilginç davranışlar dikkatini çekiyordu. Bu iyi giyinimli ve yakışıklı sayılabilecek adam, Delikanlı bu düşüncelerden tekrar kurtulmak için yüzünü cama doğru çevirmişti ki, ona doğru yaklaşın birinin ayak seslerini duyar gibi oldu ve tekrar koridora baktı. Az önce delikanlıyı izleyen adam, tam karşısında dikiliyordu. Heyecanlı ve kısık bir sesle konuşmaya başladı;
“Saygıdeğer beyefendi, sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim, fakat yüzünüz bana çok eski bir arkadaşımı hatırlattı. Nedense sizinle inanılmaz bir konuşma isteği duydum. Adım Rıfat’tır beyefendi. Size sormak istediğim az önce bahsettiğim, eski arkadaşım Aydın Ateş’i tanır mısınız?
Babasının adını duymak delikanlıyı derinden sarsmıştı.
4 yorum:
olasılıklı.
Aytekin çok çok çok sevdiğim bir yazı olmuş. Galiba kendi dilini buldun. Artık sana bilmemne çakması diye takılamicam.
Bol yazmalar.
evet en sonunda beni birisine benzetmediniz burcu hanım. yorumunuz için de teşekkürler (:
aslına bakarsan dostoyevskinin ruhu hala üstümüzde, tanrı korusun eheuhe...
yine yaptım yine yaptım.
Yorum Gönder