Önsöz

Fotoğrafım
Köprünün üzerinde omzumda uyurken, seni izliyordum, boğazı aldatırken.

6.08.2009

.

Sekiz Haziran ikibindokuz. Ofisin camlarından içeri süzülen yaz güneşinin karanlığında, akşamdan kalmış bir halde oturuyorum. Bir yanım birkaç haftadır içinde bulunduğum karamsarlıktan kurtulmaya çalışırken, diğer, daha da boşveriyor. Umursamaz bir yapısı var diğerinin. Oysaki öbür yarım ne kadar da içten çalışıyor. İki kolumdan çekiştiriliyorum, bilincim kapalı. Baygın değilim, ölmedim. Gözlerim açık, bilincim kapalı.

Biraz daha kendime geldiğimde bir arabanın içinde buluyorum “sen-ben” i. Hızla ilerliyoruz ve birden önümüze korku çukuru çıkıyor. Bu çukurun içi soğuk, sessiz, ürkütücü… Çukurdan kaçmaya çalışıyoruz. Çünkü biliyoruz ki bu çukurun derinlerine kadar girersek belki de çıkamayacağız. Belki de bizi içine çekmeye çalışacak. Bu belirsizlik gözümüzü korkutuyor, tedirgin oluyoruz. Son bir hamleyle direksiyonu kırıyorum. O an birbirimize bakıyoruz. Bunun için çok vaktimiz var çünkü zaman durmuş, ilerlemiyor. Gözlerini görüyorum, belki de bir daha göremeyeceğim düşüncesi gözlerinin içine öyle bir baktırıyor ki, hayat anlamsızlaşıyor dünyada. Sadece gözlerin var. Bana bakan gözlerin. Neyse ki kurtuluyoruz çukurdan fakat araba gidip başka bir duvara çarpıyor. Engel olamıyoruz. Yaralı olarak çıkıyoruz arabadan. Bedenlerimizde tek bir çizik bile yok. Ruhlarımız yaralanmış. Benim doktorum sensin, senin doktorum benim. İyileştiriyoruz birbirimizi.

Mutlu ama tedirgin bir şekilde uyanıyorum.

Hiç yorum yok: