Önsöz

Fotoğrafım
Köprünün üzerinde omzumda uyurken, seni izliyordum, boğazı aldatırken.

3.24.2009

geç kalan mektuplar

Sevgili …

Bana yazacağını söylemiştin, hatırlıyor musun? Şimdi dört duvarı üzerime gelen, sensiz bir anlamı olmayan, senin çekip çevirdiğin bu evde, güneş ışığı gibi ihtiyacım vardı mektubuna. Birkaç saattir, içimde günlerdir kelimelerinin yokluğuyla zayıflamış kalbim, her ‘an’ ı ‘anı’ ya dönüştürürken, dayanamıyor sensizliğe. Aradan geçen iki haftaya rağmen hâlâ yazmadın bana. Belki de yazamadın, boş ver, artık bir önemi de yok…

Seni tanımadan önce, sonumun daha da kötüye gideceğini haber veren sinsi bir duygu henüz içime yerleşmemişti. İçimi yavaş yavaş kemiren, yiyip bitiren suçluluk duygusu, gece gündüz demeden işkence yapmaya daha başlamamıştı ve şimdi kendi kendime soruyorum: “Hadi ne oldu rüyalarına?” Başımı üzgün üzgün sallayıp “Yıllar nasıl da geçiyor…” diye mırıldanmaktan başka verecek cevabım yok. Yeniden soruyorum kendime: Gençlik yıllarını nasıl geçirdin? En mutlu anılarını nereye gömdün? Gerçekten yaşadın mı sen? Bak, dünyada her şey nasıl gittikçe soğuyor, görüyor musun? Ve biliyorum ki daha bir çok yıllar böyle gelip geçecek ve arkasından da korkunç yalnızlık bir yılan gibi sürünerek yavaş yavaş gelecek. Bunların farkındayım-farkındasın. Şimdi ise bütün kalbimle nefret ediyorum senden. Ayak bastığın, dokunduğun her yerden, beni düşünmediğin ve yazmadığın her şehirden…

Sanıyor musun bu yazdıklarım doğru? Ölesiye seviyorum seni. Bir şizofren gibi aşığım sana.
Mutluyum şu an inan.
Elveda hayat
Hoşçakal
ve son olarak, bu mektup ve geri kalan hayatın için,
beni sev
sonsuza kadar nefret et benden.

-------------------------------------------------------------------------------------------------

Sevgili …

Sana yazacağımı söylemiştim ama, yazmadım-yazamadım. Kendimi toparlayamıyorum iki haftadır, derin bir çıkmazdayım seninle. Çok yıprandım yaşadıklarımızdan, o evde duramazdım, duramadım, yaşayamam. Sen vurdum duymazlığınla, boşvermişliğinle, ipe sapa gelmez düşüncelerinle yaşattın bunları. Ben ise karışıyordum içine, alkolün kanına girmiş kan gibi çabucak pıhtılaşıyordum, gömleğinde kumaşına işliyordum kendimi, ipliğine iplik katıyordum. Çık-rık oluyordum, benden çıkıp, senden giriyordum.

Ne olur, sevgimin ufacık bir kısmının bile eksildiğini düşünme. Seviyorum seni. Beni yücelten, kadın yapan senin sevgin… Bunu bil. Seninle hayat buldum, seninleyken sadece senin sevginden korktum, eksilmesinden.

Son mektubunda, işinde terfi aldığını açıklamışsın, ne kadar sevindim bilemezsin. En başta da söylediğim gibi sen çoktan hak ettiğin yerdesin. Yükseleceksin. Lütfen arkadaşlarınla da görüşmeyi ihmal etme. Bir kaçı beni arayıp seni sordu son günlerde. Telefonlara cevap vermiyormuşsun. En azından seni merak eden insanlara karşı bunu yapma. Evin halini de merak etmiyorum değil, ben yokken toplamıyorsundur sen şimdi. Ne kadar bahsetmesen de bu aralar çok içtiğini biliyorum, kendine zarar verme. Beni boş ver, iyiyim bunu bil.

Bana biraz daha zaman ver lütfen, her şey düzelecek, geçecek söz.
Umarım bu mektup zamanında eline ulaşır.
Unutma senden başka şansım yok.

Senden uzaklaştığım için,
beni sev sonsuza kadar
Nefret et benden.

1 yorum:

Maybe. dedi ki...

Kalbimin direği, mektuplarımın C.'si;


Seninle ayrıldığımız yatakta yazıyorum bunları. Terimin terine, tenimin tenine karıştığı, hücrelerini saydığım, yanımdayken bile adını sayıkladığım uykulardayım bugünlerde.

Hayat, istemsizce verdiğimiz kararlarımızla yanlış yönde ilerleyebiliyor. Oysa biz, sen-ben, onları düzeltmekle, savaşmakla, direnmekle yükümlüyüz. Hükümlüyüz birbirimize, halkın, savaşan son askerine güvendiği gibi, herhangi bir tabancanın, son kurşununa aşkı gibi, tetiği çekene kızıyorum, beni senden ayırana, bir başkasını öldürmeye gönderene.
Sanki bir başkası ölmeyecekmiş gibi davranmalarına kızıyorum, son kurşunla ilk kurşunun farkını anlayamamalarına bir de.. Kurşunsuz tabanca ne ise, tabancasız kurşun da odur. Birbirlerine ihtiyaç duyarlar, bir başkasını yaralayacak olsalar da, namluyu umursamadan, beklerler ayrılmayı.

Şimdi bir tren garındayım, trenin saati yine doğru,
biliyorsun,
güveniyorum ben sevgimize,
vapur iskelesi ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar.