Önsöz

Fotoğrafım
Köprünün üzerinde omzumda uyurken, seni izliyordum, boğazı aldatırken.

4.30.2009

Bir sigaraydı seninle paylaştığımız, her nefeste bizi biraz daha içine çeken. Aynı kültablasına söndürdük hayatlarımızı, alelacele. Birbirimize zamanımız yoktu. Heyecandı, kalp atışlarımızı hızlandıran.

Birer ucuz biraydı paylaştığımız. Sigaranın değilde, hani biraz ruhlarımızın pezevengi olan. İki teni birbirine yaklaştıran, yargılayan, infaz eden, küstüren, barıştıran, seni benden saklayan, bulduran.

Bir deniz manzarasıydı paylaştığımız. Hani, senin şu bana "Seninle yaşamak istiyorum dediğin".

Bir şanstı paylaştığımız. Bizi tanıştıran.


Ah hayatım...

Bir hayattı seninle paylaştığımız.
Sahilde yürürken yaşlı bir çift görmüştük.
Marjinal.
İstemsiz olarak gülümsedik birbirimize.

Ne güzel yaşlanırsın sen...
Maybe tavlada çok şanslı bu aralar.
Zar tuttuğundan şüpheleniyorum.
Yalnız unuttuğu bir şey var;
her çıkışın, bir inişi vardır.

öptüm gıdı

4.27.2009

kırdım mı seni?
anladın mı beni?
onsekizonbeş vapurunu beklemek çok zor
gelmeyeceğini biliyorken

4.26.2009

bugünlerde zamanı durdurmak istiyorum
bir fotoğraf karesiyle,
kadrajı oturmuş
ışığı ayarlanmış
ya da
kum saatini yan çevirerek

4.25.2009

radiohead hakkında

çok değil, az önce
kafamın içinde, karşılıksız düşünceler
dans ediyorlar
uyuşturucudan değil
müzikten kafamız iyi.
dinliyorum
dalıyorum
ve düşüyorum
çıkarsız, tutarsız, sürüklenmiş, ele geçirilmiş, yok edilmiş, karışık, farklı, kontrol dışı ve sonu olamayan bir dünyaya.

4.23.2009

23.04.09

yarımsene

her gün yeni bir adım
bugünün anlamı sadece tarih
yarın çok parlak
altı aya yetmiyoruz
insanlar karşımızda, boyunları eğik, kırılmış
biz sapasağlam

seninlehayatnegüzelsevgili.

4.21.2009

,

Hüzünden ağlayan İstanbul sokaklarını sensiz gezdim bu akşam. Üzerimde hafif bir sarhoşluk. Evet, doğru tahmin ettin, hayaletlerin yine peşimi bırakmadı. Tünelde yerde dilenen yaşlı bir kadın gördüm. Senin için nasıl acırsa, senin gibi hissettim. Elimi daha sıkı kavrardın, eminim. İçime işlemişsin, akıyorsun oluk oluk. 22:00 vapuruna bindim Karaköy’den. Nasıl bir vücut ayrılırsa diğerinden, iskeleden öyle ayrıldı vapur, sensiz. Şimdi o vapurun en arkasında oturmuş sana bunları yazıyorum, yine boğazı aldatırken. Burası bu akşamda meyhane gibi… Sigara, içki içmek yasak mıymış? Kimsenin haberi yokmuş… Birazdan Kadıköy’den seni arayacağım, belki eve gitmemişsindir diye.

Seni görebilme ihtimalini seviyorum.

not





(:

Geçenlerde Maybe ile İstiklal’deyiz. Alkol oranı da kanımızda tavan yapmış, Karaköy iskelesine yetişmeye çalışıyoruz. Yanımızdan geçen tramvayın arkasına atlayalım dedik. Fakat arkada dünyanın en iyi kalpli, en saygılı “sokak çocuğu” oturuyordu. Biz atlasak mı diye düşünürken ayağa kalktı: “gelin abi, koş abla, ben kalkarım, abi koşsana, abla hadi” diye bağırmaya başladı. Biz de beyefendiye teşekkürlerimizi sunduk. “Lütfen lütfen, siz asılın tramvaya” diye
Şaşkın bir halde el salladık ve vedalaştık.

.

Hiç hoşlanmadığım, basit fakat burada kullanmayı daha uygun bulduğum bir tabirle “sırılsıklam” âşıktım sana. Kör etmişti beni bu aşk. Karanlıktı dünya. Bembeyaz tenin, uzun bir süre karanlık bir oda da kaldıktan sonra güneş ışığıyla karşılaşmış gibi gözlerimi acıtırdı. Ne ilginç tabirdir aşk. Peh! Ne kadar büyük olabilir ki… Bir insanı ne kadar sevebilirsiniz ki…

Uyurken yüzünün her ayrıntısını her şeklini inceliyordum. Gözlerimi senden alamıyordum. Hayatının, kalbinin, ruhunun derinliklerine inmek, seni derinden anlamak istiyordum. Bazen sen başka bir noktaya daldığın vakit (mesela kitap veya dergi okurken) seni delicesine öpmek, sarılmak, dokunmak istiyordum. Senin gözüne girmek istiyordum. Bazen ise, kayboluyordum da bunları yaparken. İşte buradaki en büyük ayrıntı insan kendini düşünmez bu duygular içerisindeyken… İş hayatım kötüye gidiyor: kimin umurunda? Okul bitecek mi: bağırıyorum – kimin umurunda? Biliyor musunuz, sonunda mutlu ayrılıyorsunuz hayattan. Düşünsenize bir kere; -O- na adanmış bir hayat. Bu belki bir ay, belki üç yıl, belki bir ömür. Çok mutlu yaşadım onunla iken. Daha ne olabilir? Duyuyorum şu anda bana kızıyorsunuz. Farkındayım, her şeyi boş vermek çözüm değil. Sonuçta hayatta başarılı olamazsanız onu da mutlu edemezsiniz ve bu gerçek ileride yüzünüze bir tokat gibi çarpabilir. Yinede hayrandım sana, hayranım. Olacağım. Evinin sokağının her köşesini ezbere biliyorum. Sadece bu bile o kadar önemli ki benim için, oturduğun yerin ismine anlam katmak istiyorum. Sen yürürken seni izliyorum. Eve girerken kapıyı açışın ve sonra beni hiç umursamazmış gibi odaya geçişini seviyorum. Arkandan bağırmak istiyorum: umursama beni! O bana yazı yazan ellerini defalarca öpmek istiyorum. Biliyor musun, her sigara yaktığında canım acıyor hâlâ ileride beni de yakarsın diye. Daha da önemlisi bütün bunlar

Karşılıksız. Yalana bakın! Sev beni.

Hepsi sana.

4.19.2009

bir kaç parça

“every body’s gotta learn sometimes” da sana ilk yazımı yazdım. “crazy” çalarken öpüşüyorduk bugün. “black” de sigara içiyorduk. “island blues” u göğsüme uzanmış bana söylüyordun. “eternity” çalarak sürpriz yaptım. “aslında bir soru var” ben çaldım sen söyledin. sen izmirdeyken “ah bu ben” i çaldım söyledim, kaydedip sana yolladım. “nothing else matters” gitarda sana ilk öğrettiğim şarkı (ve tek). “sober” ı söylediğini söyledin. “stairway to heaven” beni düşünürken. “paranoid android” uyumak için. “I kissed a girl” seni kızdırmak için. “ideotech” beraber dünyadan yükselirken. “sweet child o’mine” çalıyordu, seni düşünürken. “cary you home” u sana yazmak istedim. “ode to the sun” çalıyordu sen gülerken. “bang bang” çalıyordu ağlıyorken. “forget her” çalıyordu içerken. “breath me” çalıyordu sarhoşken. “alone with you” senden-benden uzakken. “still loving you” kalp atışlarını dinlerken, “Shine on you crazy diamond” sevişirken.

4.17.2009

your tiny hands
and
your crazy kitten smile

4.16.2009

mektup

Sevgili B.

Nasılsın? Biliyorum sevmezsin sen bu soruyu. “Ne haber anne!” dersin bana gülerek. Ama merak içindeyim, hasta olursan da söylemezsin sen şimdi… Okulunu aksatma lütfen, iki ayın kaldığını unutma, halledeceksin. Elime geçen her fırsatta seni arayacağım. Beni sorarsan çok iyiyim. İkimiz için uğraşıyorum. Bütün hayallerim, zaferlerim, yenilgilerim senin için, bizim için. Başaracağım-başaracağız. Bununla beraber isyan etmek istiyorum delice, tıkanıyorum, sensiz başka bir şehirde nefes alırken. Sadece sevgili olarak değil özellikle arkadaş olarak veya bazen kızan, bazen güldüren, bir kadın olarak da ihtiyacım var sana, muhtacım her hücrene. Dört yüz elli kilometre uzağım şu an sana, her metresinde sen varsın. Bazen düşünüyorum da, ne kadar anlamsız uzaklık sana. Biz seninle farklı bir şekilde bağlıyız.

Ankara’da bir kafeden yazıyorum sana bu satırları. Dışarıda bana senin gülümsemeni hatırlatan çok güzel bir hava var. Sade kahve içiyorum, iki şeker attım yine, ellerim ellerini bekledi karıştırması için. Biliyor musun sevgili, en çok da sabahları seni görememek üzdü beni Ankara’da. Sana bir hediye almak istiyorum buradan, neden olmasın? Bir de sana layığını beğenebilirsem… Çok zor sana hediye almak biliyor musun? Karar veremiyorum, ama yine o hediyeyi vereceğim anda ki bir anlık gülümsemen aklıma geliyor. Durdurulamaz bir istekle koşuyorum alışveriş merkezlerine. Umuyorum ki yarın halledeceğim bu işi.

Ozanla seni konuşuyoruz iki gündür. Anlat anlat bitmiyorsun. Seninle tanışmayı çok istiyor. “Seni bu şekilde etkileyen kadını merak ettim” diyor. Yazılarımı-yazılarını okuttum O’na hayran kaldı. Övdüm seni. Ayrıca senden rica ediyorum, lütfen çok fazla içiyorsun diye bana kızma. Uzun zamandır görüşememiştik Ozan’la. Ankara’nın her köşesinde anılarımız var. Benim için de üç günlük bir tatil olacak, çok özlemişiz birbirimizi, birde çok bunalmıştım. Alkolü de çok severiz bilirsin. (Okuyunca gülümseyeceksin eminim). İki yıl önce gittiğimiz barlara gideceğiz bu gece.

Özlemek…

Elimden geldiğince çabuk geleceğim, perşembe sabahı büyük ihtimalle yanında olurum diye umuyorum.

Seni sevmek çok güzel
Dibine kadar.

A.

4.14.2009

14 Nisan

Sınavlar için Ankara'dayım üç gün boyunca.
Fazla internete giremiyorum burada, mektuplarım kağıtta, okumanı bekiyorlar.
Birde evden çıkarken sabah güzelliğini üzerinden çıkar, olur mu?

4.12.2009

Kavunlu first çiğniyorum, Maybe'ye hoh'luyorum, turuncuanlar First ile başlar diyorum:)



4.09.2009

efendim?

Maybe geçenlerde şöyle anlamsız bir yazı yazmıştı:
tık
O gün şanssızdım. Bugün gerçekleşen karşılaşma ise tam bir hezimetti. Böyle bir skoru tahmin etmeyen Maybe yine kendince atıp tutuyordu. Fakat bu sefer her şey çok farklıydı. Olucak iş değildi. Bu oyunda da çok sıkıldı Maybe ama üzüntüden.
Skoru merak ediyorsanız hemen söyleyeyim
6-0
Efsane bilek aşağıda
öptüm gıdı.

Değişim kaçınılmazdır.
Bir anda çıktı bu fikir Maybe'nin yazısı üzerine.
Blog teması için de teşekkürler
Maybe

Sizce nasıl olmuş?

4.08.2009

O.

Uzun zamandır uzak durmaya çalıştığı kitabı açtı ve okumaya koyuldu. Son şansıydı o kitabı okumak, gerçekle yüzleşmek. Kelimeler kelimeleri, cümleler cümleleri kayıp giden bir yıldız gibi takip ediyor, her kayan yıldızda, gökyüzü biraz daha kararıyordu. Bir sanat eseriydi bu. Paha biçilemez… Çok iyi bir dille yazılmış bu kitabı okurken, etkilenmemek hatta ağlamamak elde değildi. Gözlerinden süzülen yaşları durduramıyor bir yanda da titreyen elleriyle, eriyip giden sayfaları çevirmeye çalışıyordu. Bu kahredici bu ona ölümü düşündüren kitap, gerçeği sert bir tokat gibi suratına çarpmıştı. İnsanların bazen içinde bulunduğu durumu ya da yaptıkları hataları fark etmeleri için böyle bir tokada ihtiyaçları var olduğu aklına geldi.
Her sayfayı tekrar tekrar okumaya başladı. Kendini, gözlerini durduramıyor, bu çıkmazın içinden nasıl çıkacağını düşünmek istemiyordu. Birkaç saatte kitabın sonuna geldiği zaman yorgun düşmüştü, ağlamaktan, kahrolmaktan. Tedirgin bir ölüm kokusuydu yaşadığı. “Buraya kadarmış” dedi, hiç düşünmeden. “Çok bile…” O’nu diliyle, kurgusuyla, yazım biçimiyle deliye çeviren kitabın son sayfasına geldiği zaman, okuduğu son yazıyı gördü.

Bana bu kitabı yazdıran sevgili …… ‘ye teşekkürü bir borç bilirim.

O’nun sevdiği kadın yazdırmıştı bu kitabı yazara. Yazar için küçük, O’nun için büyük bir sayfa.

Çok fazla dayanamadı bu acıya. Odasında ölü bulundu.

Aşk krizinden.

4.07.2009

,

Biranın gazı kaçıyor, şarap yaşlanmıyor, para bitiyor, eşyalar-insanlar yıpranıyor,

kaçmayan cinsten çorapların bile ilmikleri dışarı fırlıyor.
Hiçbir şey durağan değil. Her şey eskiyip dağılıyor.

Sen-ben güçleneceğiz.

.

Sen bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin
ama
bu sekiz köşeli meyhane seni bilir.

4.06.2009

bir dakika

Yarın, hayatınızdaki en sevdiğiniz insanın öleceğini düşünün.



Ben de işte tam o anda ağlıyorum, çünkü o an hayatınızın hiçe dönüştüğü an. Hiçe bile değil; kayıtsızlığa unutuşa.
Sevdiğiniz herkesin size sırt çevireceğini ya da öleceğini fark ettiğiniz zaman ağlamak kolaydır. Zaman aralığını yeterince uzun tutarsanız, herkesin hayatta kalma şansı sıfıra düşer.

açıklama

Asilerin,

kaybedenlerin,

hayalperestlerin,

küfürbazların,

günahkârların,

beyaz zencilerin,

aşağı tırmananların,

yola çıkmaktan çekinmeyenlerin,

uçurumdan atlayanların...

dili, sesi

Yeraltı Edebiyatı...

4.04.2009

sonuç hep aynı...

Asmalımescit'te geçen son iki tavla mücadelesinde çok sıkıldım... Hiç çekişme yoktu...
İlk oyunu "tartışmasız" bir skorla 5-1 kazandıktan sonra Maybe yine çılgına döndü. "Çok şanslısın laaaaaaaaan" diyip üzerime saldırmaya başladı. Bir arkadaşımızın stüdyosuna yetişmek zorunda olduğumuz halde yine "ya bidiya oynıycaz bidiya!" "Öldürürüm seni" gibi tehditler savurdu. Kalktık tabi...
Yolda giderken hâlâ sinirli olan Maybe "Kaç tane çift attın hayvan!" diye bağırırken, kolumu uzattım ve bileğimi gösterdim. "Baksana" dedim. Tam Maybe "Ne oldu koluna?" diyecekken "Görmüyormusun BİLEĞİ, zar böyle atılır" dememle, bu şakayı da yedi, sonra ağlamaklı oldu ve tabi vurmaya başladı.
Dün oynadığımız oyunu da 5-3 kazandım. Olmuyor böyle çok sıkılıyorum...

4.02.2009

1 Nisan

16:45 Ofisten erken çıkıyorum, kaybedecek vaktim yok. Hemen bir taksiye atlıyorum. 17:00 de Kabataş’tayım, O’nu arıyorum;

— Nerdesin?
— Okulda, Starbucks’tayım, dersim yok.
— Tamam ben 17:30 da çıkıyorum, 18:00 de Karaköy’de buluşalım.
— Tamam, ara beni.

Deniz biraz daha mavi o akşam, gökyüzündeki bulutlar kaybolmuş, O’nun gülümsemesini bekliyor yaşam. Taksici bana soruyor: “Neden gülüyorsun delikanlı?” “Âşık mısın yoksa?” “Çok mu belli oluyor amca”. O’na sürpriz yapacak olmanın verdiği heyecanla ve mutlulukla. Çok severim sürprizleri. Birde O’nu bir an bile gülümsetebiliyorsam… Hayatımda “O’nun” için bir şeyler yapabiliyorsam…

17:20 Okulunun önündeyim. İner inmez arıyorum hemen:

— Nerdesin?
— Starbucks’tayım hala…
— Bana kahve ısmarlamayacak mısın?
— Nasıl?
— Kahve içmeye geldim okula içeri almıyorlar.
— Saçmalıyorsun! Nerdesin sen?
— Kahve ısmarlayacak mısın? Ona göre söyleyeceğim.
— Şaka yapıyorsun dimi?
— Hadi gel al beni kapıdan, içeri almıyorlar tek başıma.
— Salak! Geliyorum! (Gülmeler ve çığlıklar).

Koşarak sarılıyor bana. O kadar heyecanlı ki düşmemek için bir adım geri atıyorum. Sarılıyor, öpüyor ve teşekkür ediyor.
Eğer seni kısa bir an bile olsun mutlu edebildiysem…



Not: Kahve ısmarlamadı bana. Ayrıca dolabındaki fazla eşyaları turuncu çantasına doldurup bana taşıtmaya çalıştı. Reddettim. Bir dahaki sefer için şüpheliyim.
:)